27 Mart 2007 Salı

Güle Güle Karaböcek Unutmayacak Seni

Sekiz yaşındayım Karaböceeekkkkkk diye bağıran enişteme ben böcek değilim diye tepiniyorum o ise keyifleniyor daha çok üzerime geliyor karaböceksin işte.Babamın elini sıkı sıkı tutup gözüne bakıyorum söyle baba bana karaböcek demesin artık der gibi. Sonra gönlümü almak için dünya kadar incik boncuğun bulunduğu hediyelik eşya mağazasının içine salıyor beni ne istersen al karaböcek:) yetinmiyor lokantaya götürüyor karaböceğe tost yapın ayran getirin. bu yaşındayım ve hala bana karaböcek derdi sadece o dese iyi bütün ailesi karaböcek diyor bana :) ama artık kızmıyorum kızamıyorum çünkü artık o yok. Benim adım ocean bile diyemicem. Pazar günü sabaha karşı dünyasını değiştirdi:( Küçükken öyle heybetli gelirdi ki gözüme, parıl parıl parlayan yumurta topuk ayakkabıları, gür sesi, babacanlığı ama benimle uğraşırken benim kadar çocuk. Son gördüğümde iki büklümdü kalp hastasıydı ve nefes almakda zorlanıyordu bi akşam üstü gelmişlerdi ameliyat olması gerekiyordu. Doktorlar masadan kalkamaz demişlerdi senelerdir de şeker hastasıydı. İlk gördüğümde ağladığımı görmesin diye yüzüne bile bakmamıştım:( benim dağ gibi eniştem bu hale nasıl düşmüştü. Ameliyat günü geldi herşey hazırlandı dualarda gönderdik. ve kurtulmuştu, artık daha rahat nefes alabiliyor yürüyebiliyordu. mutlulukla memleketine gönderdik. Bir sene sonra başka bir rahatsızlık ayaklarında yaralar açılmıştı yine yürüyemiyordu... Ve yine bizde, evdeki doktor ağrısını dindirebilmek için uğraşıyor heryerden randevular alınıyor doktorlara gidiliyor. O iyi olmalı daha çok genç. Morali çok bozuk önce moralini yerine getirmeliyiz. Doğumgünü geliyoyr 57 yaşını kutlicaz belki şimdiye kadar hiç pasta bile üflememiş veeee Mutlu yıllar diye bağırıyoruz hep birlikte neye uğradığını şaşırıyor bir pasta geliyor yiyemese bile bir parça günün şerefine ikram ediyoruz. Mutlu, karaböceğin eniştesi gülüyor sesi yine gürleşiyor başlıyor anlatmaya eskileri. Teyze ona eşlik ediyor birlikte anlatıp gülüyorlar evde herkes mutlu hastalık üzüntüleri dağılmış tedavide iyiye gidiyor iyi olucam beya diyor... Evet iyi olucaksın diyor babam birlikte balık tutmaya bile gidicez. Eşine dönüyor yürüyeyim ümreyede gidicez diyor artık hayaller bile kuruyor geleceğe dair. Ama bu hayaller öylece kalıyor. Ne balık tutmaya gidebiliyorlar birlikte ne eşini koluna takıp başka yerlere. İyi olacak derken bir gece aniden duruyor nefesi.
Güle Güle karaböceğin eniştesi.

26 Mart 2007 Pazartesi

MUTLUYUM :)

Mutluyum hayatımda ki güzel süprizler devam ediyor. Cumartesi akşamı aldığım bir telefon ile havalara uçtum arkadaşlarımla yemekteyken sevgilim ( ki ona bi isim bulmalıyım :) ondan çok bahsedicem çünkü) telefon etti. Tabi ne var bunda diyebilirsiniz ; o benden yaklaşık 600 km uzakta yaşayan ayda bir haftasonu görüşebilmek için yolları aşındıran geldiği haftasonu cuma akşamından pazartesi sabahına kadar 4-5 saatlik uyku ile durabilen biri. Neyse iki hafta önce istanbuldaydı iki gün boyunca nereye gideceğimizi zamanımızı nasıl değerlendireceğimizi şaşırmıştık ki ayrılık vakti gelip çattı. Her gidişinin başka bir ızdırap yaşattığı, yüreğime bir ay sonra geleceğinin serinliğini serpmeye çalışarak her zamanki yerden yolculamıştım. Arabaya binene kadar, her molada her fırsatta konuşarak iki günün mutluluğunu taze tutmaya çalıştık. Cumartesi akşamı pazar günü neler yapacağımı öğrenmek için aradı genel olarak programlarımı sorar zaten ama pazar günü 1 de taksimde buluşalım diyince neye uğradığımı şaşırdım. İnanmadım çünkü her zaman ki çıkış saati geçmişti. Sanki başka araba yok muş gibi yalan söylüyorsun arabanın saati geçti umutlandırma beni dediysemde yarın 1 de taksimde ol dedi:) Hala acaba dalga mı geçiyor ki diye düşünürken nihayet pazar günü birde taksimdeyim. Neredesin diye telefon ettiğimde bir sürü tarif alıp benden yaaa aşkım aslında ben gelmedim ki sana şaka yaptım demesi ile kaynar sular başımdan döküldü. Herhalde böyle birşey yapmış olsaydı kendisi şuanda parçalanmış şekilde istanbulun farklı semtlerindeki çöp tenekelerinde olurdu :)))) Arkamdan gülerek gelen iki kara göz le sen ne yaptığını zannediyorsun diye atladım :))) gözler şişmiş yorgunluktan yürüyemez durumda kahkahalarla gülebiliyordu ama :) yolda hiç uyumadığı belliydi. Beni yine şaşırtmayı başardı ve maalesef rüya sadece 9:30 kadar sürebildi ve o yine yüreğimi burkarak otobüse bindi.

23 Mart 2007 Cuma

ŞU ÇILGIN TÜRKLER...


Bedeli Çanakkale'de altın olarak ödenecektir..

Üç aylık bir tâlimden sonra Mehmed Muzaffer, 'zâbit namzeti' olarak Çanakkale'de idi. (Mart 1916). Müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale'de uğradıkları mağlûbiyetlerden ve verdikleri yüzelli bin zâyiattan sonra Boğaz'ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915'in son haftasıyla 1916'nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip, çıkıp gitmişlerdi. Muzaffer, Çanakkale'ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman, İmroz-Bozcaada'da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da, 1915 Nisan'ından Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı bağuşmalara kıyasla bu bombardımanlar 'hiç' mesâbesindeydi. Çanakkale'deki birliklerin büyük bir kısmı, Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevkedileceklerdi. Hazırlanma ve noksanları ikmâl emri aldılar. Muzaffer, birliğinin alay karargâhında vazifeliydi. Alayın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlarsa ancak İstanbul'dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübâyaalar için açık artırma yapmak, ilanlarda bulunmak, ne âdetti, ne de bunlarla kaybedilecek vakit vardı. Herşey itimatla yürütülürdü. Muzaffer, açıkgöz ve becerikli bir İstanbul çocuğu olduğundan, karagâh, gerekli malzemenin temin ve mübâyaasına onu memur etti. İcab eden paranın kendisine i'tâsı için de Erkân-ı Harbiye Riyâseti'ne hitâben yazılı bir tezkereyi eline verdiler. O yıllar İstanbul'da otomobil ve kamyon, nâdir rastlanan vâsıtalardı. Bunlaların lastikleriyse yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy'de bir Yahûdi'de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fâhişti ama, yapacak başka birşey yoktu anlaşmaya vardı. Lâzım gelen parayı almak üzere Erkân-ı Harbiye'ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciiine havâle ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam (yarbay)'ın huzurundaydı. Kaymakam, uzatılan kezkereyi okudu. Karşısında hazırolda duran ihtiyat zâbit namzetine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan 'Ne alınacak?' dedi. 'Oto ve kamyon lastiği' cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer'e dik dik baktı: 'Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Haydi yürü git, insanı günaha sokma... Para mara yok!' dedi. Muzaffer selâmı çaktı, dışarı çıktı. Harbiye Nezâreti'nin (bugünkü hukuk fakültesi binâsının) bahçesinden dış kapıya ağır ağır yürürken, ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere alayın ihtiyacı vardı. Eldeki (Almanlar'ın verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemeler de mutlaka lâzımdı. Kendisi, bulur alır diye vazifelendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu, fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lâzımdı. Muzaffer bunları düşüne düşüne Bâyezid Meydanı'na vardı. Birden durdu, kendi kendine güldü. Aradığı çareyi bulmuştu! Doğru tüccar Yahûdi'ye gitti: 'Paranın tediye muâmelesi akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale'ye kalkıyor, yetişmem lâzım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin...' Tüccar 'Peki' dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilâve etti: 'Altın para vermiyorlar, kâğıt para verecekler.' Yahûdi yine 'Peki' dedi. Ertesi sabah Muzaffer, Merkez Komutanlığı'ndan araba ve neferle ezan vakti Yahûdi'nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Taccar, malları hazırlatmıştı. Havagazı fenerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer, bir yüzlük kâime (yüz liralık kâğıt para) verdi. araba dörtnal Sirkeci'ye yollandı. Malzeme şat'a, oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu. Üç gün sonra Yahûdi, elindeki yüzlük kâimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası'na gitti. Bozmadılar.. Zira elindeki para sahte idi. Muzaffer evrâk-ı nakdiyenin basımında kullanılan kâğıdın aynısını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile, gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemiyecek nefâsette taklit para yapmıştı. Tüccara verdiği para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerinde yazılar arasında bir de şöyle ibâre bulunurdu: 'Bedeli Dersaâdette altın olarak tesviye olunacaktır.' Muzaffer yaptığı taklit parada bu ibâreyi şöyle yazmıştır. 'Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır.' Onun burada altın dediği, Çanakkale'de Mehmetçiğin akıttığı, altından da kıymetli kanı idi... Yâhudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi, bilinmez. Ancak hâdise bütün İstanbul'a yayıldı. Dünyada emsâli olmayan ve olmayacak olan bu hâdise Şehzâde Abdülhalim Efendi'nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yâhudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklid evrâk-ı nakdiyeyi, bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul Polis Okulu'ndakiEmniyet Müzesi'ne hediye etti. Şehid Mehmet Muzaffer'in taklidini yaptığı paranın asıl 50 liralık kâğıt paradır. Bu kâğıt paralar, üzerlerinde de yazılı olduğu gibi, Rûmi 6 Ağustos 1332 (M.18.8.1916) tarihli kanunla tedâvüle çıkarılmıştır. Bu tertip kâğıt paraların en büyük kıymeti 50 liralıklardır. Yüz lira olarak bu tipte hiçbir kupür basılmamıştır. Her halde Şehid Muzaffer'in alacağı malzemenin bedeli elli liranın çok üstünde olmalıdır ki, iki tane ellilik imal edecek olsa anlaşılabileceğini düşünüp tek bir yüzlük yapmıştır. Bu kâğıt paralar yeni tedâvüle çıktığından, getirip veren de subay ve askerleri olduğundan, tüccar, bu çeşit yüzlük kâime mevcut olup olmadığını araştırmak lüzûmunu görmemiş olmalıdır. Esasen Muzaffer'in 'sabah ezanı vakti' üzerinde durması da, hem o devrin ölü ışıkları altında paranın iyice incelenmesine imkân bırakmamak, hem de sabahın o saatinde her taraf kapalı olduğundan, sağa sola sormak ihtimâlini de ortadan kaldırmak için olmalıdır. Çeşitli imkânlara sahip teksir ve fotokopi makinelenin henüz îcad edilmediği yıllarda, bugün son sistem âletlerle çalışan kalpazanlara taş çıkartacak şekilde elle bu derece başarlı bir taklidi yapabilmek, üstelik de bunu bir tek gecenin sınırlı saatleri için sığdırmak, fevkalâde büyük bir sahtekârlık başarısı değil, bir san'at şaheseri olarak değerlendirilmelidir. Hz. Allah, bütün şehidlerimizden de, vatan için her şeyi göze alabilen bu san'atkârın, bu mübârek şehidin rûhundan da, o ganî rahmetini eksik etmesin.
NETTEN ALINTI
Belki okumuşsunuzdur ama çok etkilenmiştim işte bu da türk zekası...

22 Mart 2007 Perşembe

BİZ TÜRKLER:)

Dün başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum ben çok güldüm:) Aralık ayı sonlarında Almanya da ki bir firmada tırlarımızdan biri yükleme esnasında depoda ki demirlere hasar vermiş ve bu hasarla ilgili de bana mail gönderildi. Sigortanıza bildirin hasarı karşılayın diye. Resimlerde ekte gönderilmiş. Uzunca bir süre ilgilenemedim bu hafta başına kadar diyeyim:) Neyse hasar fotoğrafları ile birlikte tırı kiraladığım firmaya mail gönderdim ki sigortalarına bildirsinler.Firmanın gönderdiği cevap şoförümüzün imzaladığı herhangi bir belge olmadığından bu hasarı kabul edemeyiz. Peki dedim Almanyada ki firmaya şoförümüzün hasara ilişkin imzaladığı herhangi bir belge var mı yok mu sordum :)) Anında bana bir belgeyi tarayarak gönderdiler. Almanca yazılmış bir belge olduğundan birşey anlamadım silik bir el yazısı ile yazılmış ve imzalanmış türkçe bir cümleyi buldum aynen şöyle "ben almanca bilmiyorum neyi imzaladığımıda bilmiyorum " :))))) bu bizim şoförümüz :)))) Ölür müsün öldürür müsün :))))))

21 Mart 2007 Çarşamba

NEVRUZ BAYRAMI


Türk Dünyasının Ortak Bayramı
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı.
Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır.Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır.
Genellikle Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir.
Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel Bayramı" bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem "çam ağacı" motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor.
Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:
"... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!"
Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş olan ilk Müslüman konar göçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikâl etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.
Nevruz, eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.
Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetnâme'sinden Melikşah'ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.
Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir.
Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya'nın ,Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.
Bütün TÜRK aleminin bu bilgiler ışığında Nevruz Bayramı kutlu olsun. Dağıstan kökenli bir türk olarak bizde de eskiden beri kutlanan bir bayram ve baharın gelişi "semeni"adı verilen tatlının pişirilmesi ile kutlanır . Semeni işlenmemiş buğdayın çimlenerek köklerinden yapılan bir tatlı çeşidirdir çok zahmetli bir tatlı olduğundan yapımı günlerce sürer ve nevruz sabahı büyük kazanlarda pişirilerek köye dağıtılır kokusuna doyum olmaz...

19 Mart 2007 Pazartesi

YÜKSEK ÖKÇELER

Taktım kardeşim bir iki haftadır taktım yüksek ökçelere. Bugün pazartesi olduğundan mıdır bilmiyorum ama yere vurulan her tapuk benim beynimde patlıyor. Mübarekler bir de sert vuruyorlar yere sanki yeri delmeye çalışıyor kibirlerinden olabilir. Anlayamıyorum boyu zaten yeteri kadar uzun olan bayanların illa ki bir karış topuk giymelerini. Nedir yani, tarzım olmayan şeyler işte. En beteri de perşembe günü hastahane koridorunda tok tok sesleri ile salınan bir hasta yakınının yürümesiydi. Koridorda bir o tarafa bir bu tarafa hiç mi rahatsız olmazlar bilmiyorum ki. İnsan biraz çekinir o kadar sessizliğin içinde o sesi çıkartmaya. Bizim kızlara ne demeli insan hiç mi bıkmaz yüksek ökçelerden yarabbi. Taktım vallahi taktım bu yüksek ölçelere.
Haftasonu nasıl geçti: Beklenildiği kadar güzel değildi:) zümrüt gözlü anne yeni kemoterapi aldığından her an rahatsızlanacak diye diken üzerindeydim allaha şükür hiçbir sorun çıkmadı. Bunun üzerine birde misafir cumartesi günü, tamam misafiri çok seviyoruz allah eksikliğini göstermesin ama hassas bir dönemde de olduğumuzun farkına varamıyorlar maalesef. Boncuk gözlü anneanne yine bizdeydi haftasonu. Alzheimerın bundan sonraki safhasını bilmiyorum ama daha ne kadar zor olabilecek tahmin bile edemiyorum. Evde devamlı hareket halinde olan iki büklüm bir kadın düşünün herşeyden yakınan ve iki dakika için sizin kim olduğunuzu bile unutan. Geçen seferde anlattığım gibi yine memleketine gitme telaşı içindeydi çıktık biraz dolaştık anlatmaya çalıştık iki dakika için anladı hadi eve dedim eve geldik yine başladı. İnsanın çelik gibi sinirlerinin olması gerekiyor. Herşeyi en baştan en baştan anlatmak o kadar zor oluyor ki bazen. Anlatılanı biraz dinlese ben hastayım diye bir köşede otursa herşey çok daha kolay olacak. Sonunda pazar akşamı bunaldım ve 7 den sonra kendimi dışarılara attım. bir kaç arkadaşla muhabbet iyi geldi de eve döndüm ama boncuk gözlü hala uyumamış gel seni daha çıldırtıcam der gibi gözümün içine bakıyordu:) nitekim gece 3 e kadar beni çıldırtmak için uğraştı tam başarıyordu ki anneanne ben senin torununum ne olursun uyu artık bağırmalarıma kızdı ve uyudu:) Bakalım bu gece beni neler bekliyor. Kalın sağlıcakla.

14 Mart 2007 Çarşamba

NELER OLDU NELER :)



Fotoğraf Safranolu'dan yine:) bu bilgisayarımda maalesef sadece safranbolu fotoğraflarım olduğundan idare etmenizi rica ediyorum şimdilik. Aslında evden yazmayı planlıyordum farklı fotoğraflar ekleyebilmek için ama yine olmadı yine olmadı:) Haftasonu çok eğlenceliydi. Benden çok uzakta yaşayan sevgilim iki günlüğüne istanbula geldi... çok mutluydum bir dahaki görüş günümüz 1,5 ay sonra olacak maalesef.Sinemaya gittik yemek yedik muhabbet ettik evlenmek lazım dedik hala evlenme teklifi yapmadığı tekrar tekrar hatırlatıldı :)) yüzüklerimize karar verdik güldük, sustuk, suskunluğumuzla konuştuk, iki günlük birlikteliğe tartışma bile sığdırdık:) ama iyiki varsın, iyiki seni tanımışım...
Geçtiğimiz hafta şirkette 10 dakikalık bir toplantıdan sonra yeni görev dağılımları yapılacağı söylendi bu arada ben pazarlama ve dış ilişkiler sorumlusuyum. Benim üzerime verilecek yükleri o toplantıda akşam bizimkilere anlattım. İçime doğan birşey değildi adım gibi biliyordum ki o toplantı benim başkaldırmalarım yüzünden yapılmış fakat olay genele yansıtılmıştı. Neyse Pazartesi günü yeni görevim verildi. Yeni demeyelim ek görevlerim belirtildi. Sevgili patronum anlattı anlattı anlattı anlattı anlattı anlattı arta kalan zamanda da pazarlama yapabilirsin dedi :) ne güzel dimi primle çalışan bir eleman olarak pazarlama en sona atıldı ve dünya kadar da sorumluluk. 3 sene boyunca bir pazarlama bir operasyon arasında gelip gitmelerim ne pazarlamada ne operasyonda istediğim başarıyı yakalayamayışım, tamam ocean hafifleticez üzerindeki yükleri biraz zaman tanı demeleri, eee ben para kazanamıyorum alın bu işleri artık benden demelerim sonra erdi. Şimdi ne olacak geceli gündüzlü bir çalışma ve üzerimden hiç bir zaman alınmayacak yükler. iş tanımımı yapıyorum arkadaşlar aynen patronumun belirttiği gibi... Bütün oto taşımalarının yurtdışı bilgi akışı, yurtdışındaki evraklarının yerlerine teslim ettirilmesi, araçların yüklemelerinin takibi ( ki bir tırı hemen hemen 5 farklı şehirden yüklüyoruz), İç gümrük evraklarının takibi ( almanya ), Çıkış gümrük bilgilerinin bildirimleri , özel sigorta poliçelerinin bildirimleri , araç çıkışından sonra güzergah kontrolü, Mühendislere liste bildirimleri, aracın varışından sonra yurtdışı firmalarının vergi evraklarının hazırlanması, şirketin tüm yurtdışı görüşmeleri, diğer yüklerle ilgili yurtdışı firmalarından bilgi alınması, yabancı faturaların düzenlenmesi, arta kalan zamanda da pazarlama:)) nasılım yakında başıma huni takabilirim. Diyorum ki alıp başımı gitsem safranboluya yukarıda ki resim içinde bulunsam o yollarda yürüsem hiçbirşey düşünmeden.Diyorumki sabahtan akşama kadar boncuk işlesem bahar geldiğinde kendimi yollara vurup gördüğüm her çiçeği böceği çeksem. Diyorum ama bi yapabilsem :)
Bu arada bütün doktorların 14 mart tıp bayramını kutluyorum. İyiki varsınız...

8 Mart 2007 Perşembe

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

Merak edenlere dünya kadınlar günü buyrun efendim.
Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1800'lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleriyle gündeme geldi Kadınlar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 8 Mart'ta eşitlik isteklerini daha yüksek sesle dile getiriyorlar.
8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970'lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800'lerin ortasını bulur. ABD'nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800'lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye karşın elde edebildikleri pek bir hak yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür.
Aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücadeleye devam ederler. Kadınların yürüttükleri mücadelenin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular bulunmaktadır. Dünya Kadınlar Gününde bugün de ilk başlarda yapıldığı gibi eşitlik için, bağımsızlık için, politik haksızlıkların ortadan kalkması için, daha iyi yaşama ve çalışma koşulları elde edebilmek için çalışılıyor.
İLGİNÇ BİLGİLER

Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre;
1. Dünyadaki işlerin %66’sı kadınlar tarafından görülüyor.
2. Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak %10’una sahipler.
3. Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine sahipler.
4. Başka bir değişle dünyadaki işlerin % 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve toplam mal varlığının % 99’una sahipler.
Türkiye’den Rakamlar ( Milliyet, 8 Mart 2001)
1. Şehirlerde evli kadınların % 18’i, köylerde de % 76’sı eşleri tarafından dövülüyor.
2. Kadınların % 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor.
3. Aile içi suçların % 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.

5 Mart 2007 Pazartesi

UYKUSUZ BİR BAŞLANGIÇ DAHA


Günaydııınnnnn olsun inşallah :) Uykusuz geçen bir haftasonundan sonra yine başladık haftaya. Her Cuma uyuyabilme umutları ile bitirdiğim iş günü ve uyuyamadığım haftasonu. Cumartesi günü sözde öğlene kadar hatta belim ağrıyana kadar yatacaktım ama nerdeeee... Cumartesi ne zaman yapıldığını bile bilmediğim bir program içine dahil oldum akşam eve gittiğimde yarın halanlara gidiyoruz diye gülümsüyen iki zümrüt gözle karşılaştım annem :) gözlerinin içi gülüyordu uzun bir aradan sonra evden dışarı çıkabilmenin mutluluğu zümrüt gözlere yansımıştı. Gece on ikide gelen telefonla haftasonunun hiççde kolay geçmeeceği bir haber haber aldık boncuk gözlü anneanne bize geliyordu. Neden anneanne zor olsun diyebilirsiniz ama Alzhemier hastası bir anneanneye her yarım saatte bir kim olduğunu hatırlatmak zorunda kalmanın ne demek olduğunu bilmezsiniz. Cumartesi sabah boncuk gözlü geldi ve gün başladı. Ben : Anneanne hoşgeldin
Anane : sen kimsin
Ben : ZÜmrüt gözlünün küçük kızı
Anane : Heee nasılsın evladım annen nasıl ( Zümrüt gözlü bu arada yanımızda)
Ben : iyi anane selamlar söyledi
ve böyle uzayan muhabbetler.
Anneannem ile çıktığımız büyükçekmece yolculuğu ve halamlara varış yolda daha büyük problemler yaşarız sanıyorduk ama büyük süprizler halamlarda ortaya çıktı:) . Eve girdiğimiz gibi hadi gidelim demeye başlamalar evde çocuklar bekliyor yemek yapmadan geldim hadi gidelim. Ablamın anneannemi dışarı çıkartarak oranın köy olmadığına inandırmaya çalışması ikna olarak eve gelmesi ve bu iknanın yarım saat bile sürmemesi. Benim ikna çalışmalarım dolaşmaya çıkarak önümüze gelen herkese bizi eve götürün demeleri falan filan. Kabus gibi bir gündü ama 6 ya kadar dayanabildik daha fazla kalsaydık hepimizi birden döverdi sanırım:) cumartesi akşamı arkadaşlarımla yemek sözleşmesi neredeyse yalan oluyordu 7 de gitmem gereken buluşmaya 8 de gidebildim ve gecenin geç saatlerine kadar scrable ve pis yedili partisi :) yalnız bugün bakıcam uz kelimesinin bir manası olup olmadığına. Bence var ama benim dışımdaki 6 kişide kabul etmedi ben hala iddia ediyorum uz diye bir kelime var türkçede :)) veee pis yedili kavgalar tartışmalar elimde kalan jokerler 7 liler :))) bide güzel şarap içmişiz çakır keyif olmaya ama nafile yine olamadık. Sabahın 5ine kadar çerkez hatunla süren muhabbetler dedikodular. Nede zevkli oluyor gecenin sessizliğinde kimse uyanmasın diye uğraşırken kıkırdamak :) Tabiki yorgun bir gecenin ardından anca 11:30 a kadar uyuyabildim neden çünkü 8 mart dünya kadınlar gününü kutlama gibi bir özgürlüğü olan kadınların özgürlük istiyoruz diye gelen çığırmaları. Pazar günü sen o sıcak yatağı bırak kardeşim kalk gel okmeydanına özgürlük diye bağır. Çerkezin saptamasını aynen aktarıyorum. Bu arkadaşlar özgürlük diyorlar ama bunlar pazar günü sabahın bu saatinde buraya gelmekle zaten özgürler istediklerini yapabiliyorlar demek ki :))) çok güldük :)) neyse efendim çerkezden yakamı sıyarabildiğimde saat 6 olmuştu bile, annemin aramamasına şaşırarak ben aradım annemi gülen bir sesle misafir var kızım nerede kaldın ( cümlesinin altında yatan ) Dün kaçta gitmişsin hala eve gelinmezmi misafir gelmiş sen hala dışarılardasın boyun devrilmesin ocean çabuk eve gel :)) ve eve varış:) misafir var kimse birşey diyemez annemde babamda gülüyorlar hoşgeldin kızım ( sana sorarım kızım ) güzel ama uykusuz bir haftasonu.... Yukarıdaki resim neyi ifade ediyor Boncuk gözlüyü ifade ediyor. İyi olduğu zamanlarda o da yukarıdaki teyze gibi köydeki evinin kapısının önünde oturur zaman geçirirdi o daha fazla avlu süpürmekle uğraşırdı ama olsun. Fotoğraf Safranboluda yörük köyünde çektiğim bir fotoğraf.

2 Mart 2007 Cuma

Benim Diyet Yapmam Lazım :) ama nasıl...


Neden Bu resim diye merak edebilirsiniz. Uzun zamandır diyet yapmam gerektiğini herkese söylüyorum ama icraat sıfır hatta sıfırın altında. Sanki inadına yiyorum aldığım kilolar alıp başını gidiyor. Hamileliğinin son ayında olan bi arkadaşım söylemişti google earth'den bile görünebiliyorum o kadar kilo aldım diye bende yakında google earthden görünebilirim beni özleyen uzaktaki arkadaşlarım google earth de türkiye gülşen yazsınlar tepeden görünümümü elde edebilirler :))
Bir gün içinde iki defa yazmakda ne oluyor diyebilirsin mayonezcim ama ilk başta dediğim gibi bu blog benim kardeşim yazarım yayımlarım :)) evet dün sözde yine başladık diyete kendime grafikler hazırladım kilomu kontrol edebilmek için hergün tartılıp o grafiğe işliyorum. şimdiye kadar bi işe yaramadı ama elbet yarayacak. Yukarıdaki resim nasıl beslenmem gerektiğini hatırlatırmı bana diye gözümün önünde olsun diyorum:) Hatta pc de arka plan olarak mı ayarlasam diye bile düşünüyorum. Bu arada bu fotoğraf bana ait Bartındaydı sanırım gittiğimiz bir balıkçı lokantasındaki muhteşem güzellikte hazırlanmış bir tabak yemeğe kıyamazsınız dimi biz o tabağı iki dakika içinde talan ettik:) saldırmaya başlamadan da bi fotoğrafını çekelimde sadece güzelliği zihnimizde kalmasın dedik :) Fotoğrafçılık kursunu tamamladığımda hocamız bize sergi sözü vermişti büyük bir özenle fotoğraflarımızı hazırlayıp en güzellerini seçip büyütmüştük ama sözler tutulmadığından muammer ile benim hevesimiz içimizde kalmıştı. Buradan bütün fotoğraflarımı yayınlayayımda sergi sevincini yaşayayım :))
Diyet olayına geri dönüyorum, her seferinde bu sefer olacak diye başladığım diyete bu sefer harbi olacak valla vericem bu kiloları diyerek yine başlıyorum :)) Muvaffak olmak için yardımlarınızı benden esirgemeyin:))

Ne Yazsam ki...

Ne yazacağımı bile bilmeden başlıyorum bakalım neler dökülecek yine içimden. Bugün nedense sinirli başladım güne aslında çook da güzel uykumu almış durumdayım bugün cuma yarın tatil istediğim kadar uyuyabileceğim falan filan ama sanırım ters tarafımdan kalktım bugün. Günün sonu iyi biter umarımda güzel bir haftasonuna başlayabilirim... Buraya neler yazmam gerektiğini düşünüyorum günlerdir sanırım açık yürekli olamıyorum korkuyorum herzaman ki gibi :) Küçükkende günlük tutardım düşünüyorumda o zamanda korkuyorum diye yazardım. Belkide buraya içimi dökerek nelerden korktuğumu neden kalemimden dökülen ilk kelimelerin korkuyorum olduğunu bulabilirim.Edebi kaygısı gütmeden yazıcam herşeyi :) o yüzden kusura bakmayın daldan dala da atlayabilirim belki konular arasında herhangi bir bağlantı bile kuramayabilirsiniz ama hepsi benim yazdıklarım olacak:) Bazen insanları ne kadar sevdiğimi bazende ne kadar nefret ettiğimi yazacağım belki tutarsız şeyer olacak. Evet başlıyoruz:)güzellikler hep yanımızda olsun :)